Sayfalar

19 Nisan 2013 Cuma

Deniz Altında Yüksek Basıncın Etkisi

Biz farkında olmayız, ancak etrafımızı saran hava, cildimizin her cm2'sinde her an 1 kg ağırlığa sebep olur. İnsanın ve diğer tüm canlıların vücudu, bu atmosfer basıncına uygun olarak yaratılmıştır. Okyanuslar ise havadan daha ağır bir maddeden oluşur: Sudan. Kara ile kıyaslandığında basıncı çok daha yüksek olan bu ortamda derinlere doğru inildikçe, her 10 metrede bir, basınç bir kat daha artar. Bu basınç, canlının üstünde duran suyun ağırlığıdır.
Okyanusun çok derin kısımlarındaki hayvanlar, 1.000 atmosferin üzerindeki basınçta dahi yaşayabilirler. Bu canlıların okyanusların derinliklerinde yaşamlarını sürdürebilmeleri, vücutlarının yüksek basınca uygun olarak yaratılması vesilesiyledir. Örneğin bir kara canlısının derinlerde yaşamasını istesek, ciğerlerinin, kalbinin, damarlarının, böbreklerinin, derisinin, kısacası her organının mevcut halinden tamamen farklı olması gerekir. Her türlü tedbiri alabilecek akla sahip olan insan dahi, böyle bir ortamda bulunabilmek için özel gaz karışımları ile çalışan su altı solunum aletlerine, dayanıksız cildini koruyacak özel kıyafetlere, özel haberleşme aygıtlarına, görüşünü sağlayacak gözlük ve aydınlatmalara ve daha pek çok teknolojik desteğe ihtiyaç duyar. Tüm bu teknik desteğe rağmen insanın suyun altında kalabilme süresi son derece kısıtlıdır.
Bilindiği gibi evrim, tamamen tesadüfleri sahte ilah edinmiş sapkın bir inanç sistemidir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu mantıkla Darwinistler, derin deniz canlılarının da tesadüf eseri oluştuklarını, taklidi dahi yapılamayan muhteşem dalış teçhizatlarını tesadüfler sonucunda zaman içerisinde edindiklerini iddia ederler. Bu mantık dışı iddiaya göre tesadüfler, fizik, kimya kanunlarını biliyormuş gibi, canlılara tam ihtiyaç duyacakları şekilde, suya, soğuğa ve yüksek basınca dayanıklı vücut yapıları kazandırmıştır. Bu onlar açısından öylesine utanç verici bir iddiadır ki, kimi zaman Darwinistler doğrudan tesadüf kelimesini kullanmaktan çekinirler. Çünkü iddialarının mantıksızlığının kendileri de bilincindedirler.
     
 
Basınç değişimi yüzeyde, derin denizlerdekinden daha fazladır.
1- Basınç artışı
2 - Yüzey
3 - Suyun derinliği
4 - Mercanlar ve süngerler 5 - Kıta yamacı 6 - Gümüşbalta balığı 7 - Balina 8 - Deniz karı 9 - Deniz yatağı çamuru 10 - Denizanası 11 - Deniz karı 12 - Kırmızı karidesler 13 - Fare kuyruklu balık 14 - Su yılanı 15 - Sporoforlar 16 - Engerek balığı 17 - Üçayak balığı 18 - Denizyıldızı19 - Amphipodlar 20 - Mürekkep balığı 21 - Fener balığı 22 - Çukur bölgesi 23 - Beroe (deniz anası) 24 - Ejderha balığı 25 - KARANLIK BÖLGE 1.000-5.000 m 26 - DERİN DENİZ YATAĞI 27 - Deniz hıyarı 28 - IŞIĞIN ULAŞABİLDİĞİ BÖLGE 0-200 m 29 - ALACAKARANLIK BÖLGE 200-1.000 m.
Alacakaranlık bölgede yaşayan canlılar genellikle saydamdırlar veya ışığı yansıtırlar. Bu durum avcılara karşı korunma sağlar. Bu canlıların genellikle görüşleri keskindir. Böylelikle avlarını rahatlıkla bulur ve tehlikelerden korunabilirler. Karanlık bölgede yaşayan canlılar ise genellikle siyah veya koyu kırmızıdırlar. Görüşleri zayıftır. Pek çoğu avcılardan korunmak için kendi ışığını üretir. Her bir canlı yaşadığı ortama uygun özelliklerle birlikte yaratılmıştır. Bu canlıları da onların yaşadıkları ortamı da yaratan Yüce Allah'tır.
 
     
Darwinistler de çok iyi bilirler ki, kör tesadüfler yalnızca rastgele, sıradan, kontrolsüz, başıboş olaylardır. Elbette ki bu bilimdışı iddiaların itibar edilecek bir yönü yoktur. Ancak evrim savunucuları yaşadıkları mantık çöküntüsünden dolayı bu hayal dünyasını gerçekmiş gibi sunmaya çalışırlar. Bir evrimci kaynaktaki mantık dışı ifadeler bu durumun örneklerinden sadece biridir:
Acaba insanoğlu bazı memelilerin binlerce yıl önce fokları, balinaları, yunusları oluşturmak için yaptığı gibi denize mi dönüyor? Çok büyük mutasyonların olmadığı durumumuzu kabul edersek, aslında bu pek mümkün görünmemektedir. Yapımız, uzantılarımız, ciğerlerimiz, kalbimiz, damarlarımız, böbreklerimiz, derimiz ve kanımız, kısacası her organımız soğuktan ölmeden, derimizi kaybetmeden, çok sık nefes almak zorunda kalmadan uzun süreler suda yaşayabilmek için ciddi değişimler geçirmelidirler. ...insan ırkının denizde yaşayabileceğine dair hiçbir evrimsel gelişme görülmemektedir.63
Yukarıdaki bilim dışı senaryoda, kimi kara canlılarının, mutasyon gibi DNA'yı tahrip eden zararlı etkilerle dalışa uyumlu hale geldikleri ve bu tür mutasyonlarla insanların da dalışa uygun özellikler kazanabilmelerinin mümkün olabileceği iddia edilmektedir. Hatta bu çarpık mantığa göre insanların nefes tutarak, dalma çabaları göstererek, ihtiyaçları doğrultusunda bedenlerine yeni özellikler kazandırmalarının da ihtimal dahilinde olduğu izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Elbette ki bunlar gerçekleşmesi mümkün olmayan senaryolardan ibarettir hatta bu senaryoyu yazan evrimci de, iddiasının ne kadar mantık dışı olduğunun bilincindedir.
Bu tür beklentiler elbette ki bilim dışıdır, hayalidir. Çünkü bir anne veya baba Guinnes rekorlar kitabına girecek kadar uzun süre nefes tutmayı başarmış olsa bile, onların çocukları bu kabiliyete sahip olamayacaktır. O da birey olarak sıfırdan başlayarak yeni egzersizler yapıp, anne ve babasının rekorunu elde etmeye çalışmak zorundadır. Bir başka ifadeyle, insan nesli kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, yaptığı hiçbir çaba yumurta ya da sperm hücresinin gen dizilimine etki etmeyeceği için kalıcı bir değişim oluşturmaz. Tesadüfi mutasyonların etkisi ise, önceki bölümlerde açıkladığımız gibi, Çernobil patlamasındaki bozuk bedenler, sakatlıklar ve ölümdür. Dolayısıyla cehaletin ürünü olan bu hayallerle evrim teorisini ayakta tutmaya çalışmak Darwinistleri yalnızca komik duruma düşürmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken ikinci önemli konu, bir insanın Guinnes rekorlar kitabına girecek kadar suyun altında nefes tutma becerisinin olmasının dahi, ona asla deniz canlılarının özelliklerini kazandırmayacağıdır. Bu kişi, yaptığı egzersizler sonucunda akciğerini güçlendirmiştir, o kadar. Bedeninde, deniz canlılarına ait yapıların, organların veya dokuların oluşması imkansızdır. Çünkü insan, insana ait genlerle yaratılmıştır, balık ise balık olarak var edilmiştir. Tarihin hiçbir döneminde bu gerçek değişmemiştir. Canlılığın en eski dönemi olan 450 milyon yıl önce deniz canlıları nasıl bu özelliklerle yoktan yaratılmışlarsa, bugün de aynı yaratılış hüküm sürmektedir.
Darwinistler bu hikayeleri anlatmanın yanlışlığını bile bile bunları profesyonel literatürde tutmaya çalışmakta, bu saçmalıkları topluma bilimsel gerçekler gibi sunmakta bir sakınca görmemektedirler. Bu, inandıkları batıl Darwinizm ideolojisinin bir gereğidir. Harvard Üniversitesi'nde jeoloji ve zooloji profesörü olan Stephen J. Gould, bu durumu bir sözünde şöyle açıklamaktadır:

Evrimci Stephen J. Gould
Evrim biyolojisi, anatomi ve ekolojiyi kayıtlandıran ve sonra hangi kemiğin neden o şekilde göründüğü ya da bu canlının neden orada yaşadığıyla ilgili tarihsel veya adaptasyonla ilgili açıklamalar üretmeye çalışan, spekülatif bir argüman şekliyle ciddi derecede engellenmiştir. Bilim adamları bu masalların hikaye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla ciddi ve gerçeksel alınırlar. Daha sonra bunlar [bilimsel] 'gerçekler' haline dönüşür, popüler literatüre girerler. 64
Stephen J. Gould, bu hikayelerin hiçbir şeyin kanıtı olmadığını, sadece spekülasyona dayandığını ise şöyle ifade etmektedir:
Evrimsel doğa tarihinin 'işte-öylesine hikayeler' geleneğindeki bu masallar, hiçbir şeyin kanıtı değildirler. Ancak bunların oluşturduğu ağırlık ve benzer birçok durum benim kademeli gelişim fikrine (gradualism) olan inancımı uzun bir süre önce öldürdü. Daha yaratıcı zihinler bunları hala savunabilirler, ancak sadece yüzeysel spekülasyonlarla kurtarılmış kavramlar bana fazla bir şey ifade etmiyor. 65
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, canlılar evrimleştikleri için bulundukları ortama uyum sağlamazlar; ortama uyum sağlayacak özelliklerle yaratıldıkları için yaşamlarını sürdürebilirler. Hiç kimse, teknoloji ürünü bir deniz taşıtının, deniz üzerinde veya içinde yüzecek özellikleri sonradan kazandığını iddia etmez. Çünkü söz konusu araç yüzecek özelliklerle -fizik kanunlarına uygun olarak- üretildiği için su üzerinde yüzer. Canlılar ise verilen bu örnekten kuşkusuz ki çok daha fazla komplekstirler. Dolayısıyla, bu kompleks sistemler hakkında tesadüf iddiası ile ortaya çıkmak, baştan çok büyük bir yanılgıdır.
Elbette Darwinistlerin bu gülünç izahları, özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılda onlara bekledikleri sonuçları getirmemektedir. Allah'ın üstün sanatı ve ilmi, tüm evreni sarıp kuşatmıştır. Canlıların ihtişamlı özellikleriyle yoktan yaratıldıkları, artık bilimsel delillerle de ortaya konmuştur.
Darwinistler istemese de, tüm varlıkların tek Yaratıcısı'nın Allah olduğu gerçeği artık pek çok insan tarafından çok daha iyi kavranmaktadır. Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Her şeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 101-103)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder